04 Aralık 2014

Yine, yeniden seçim barajı

Yüksek mahkemeyi 12 Eylül’ün vesayetçi kurumsallaşması sayarken aynı rejimin koyduğu barajı savunabilmek de bir garabet.

Tüm kadim sorunlarının markalaştığı bir ülkede yaşıyoruz. İşte bu haftanın sıcak gündemi olan seçim barajı meselesi. Bu topraklarda iş lafa gelince barajı savunanlar çok az. Ama müzakere ve uzlaşmanın değil münazara, münakaşa ve ikiyüzlülüğün esas olduğu bir siyaset kültürü içinde de baraj meselesi aşılamıyor. Siyaset marifetiyle müzakere-ikna-uzlaşma süreciyle çözülmüş bir tane bile meselemiz de yok.

Anayasa Mahkemesinin gündeme alması ile bir kez daha çözüm üretilmesinin neredeyse olanaksız olduğu bir çekişmenin içine düştük.

Anayasa Mahkemesinin niyeti, usulü, yetkisi gibi tartışmalar ve tezlerin de bir yere kadar geçerli olduğu açık. Konuşulanın hukuki olmaktan öte siyasi olduğu, Anayasa Mahkemesinin zamanlamasının ve ne yönde olursa olsun çıkacak kararının da siyasi olacağı açık.

Seçim barajı bir garabet. Buna siyaset marifetiyle şimdiye dek bir çözüm üretememek de bir garabet. Yalnızca son iki yıldaki Reyhanlı, Suriye, Gezi, 17 Aralık  gibi iktidarın bunca açık ve zaafından sonra bile siyasi bir alternatifin çıkamayıp böylesi müdahalelerden umutlanmak da bir garabet.

Öte yandan yüksek mahkemeyi ve kararlarını tanımamayı ima etmek, yüksek mahkemeyi 12 Eylül’ün vesayetçi kurumsallaşması sayarken aynı rejimin koyduğu barajı savunabilmek de bir başka garabet.

Baraj siyaset ve parlamento eliyle derhal kaldırılmalıdır. Ama bunun bugünün siyasi ortamı içinde ve bu aktörlerle de mümkün olmayacağını hepimiz görüyoruz.

Yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gösterdiği, bir bakıma 2007’den beri giderek belirginleşen bir tablo var ortada. Bu siyasi tablonun dört temel karakteristiği var.

Birincisi siyaset konsolide oldu ve bu dört partiye sıkıştı. Bakmayın siz “emanet oy” gibi ne anlama geldiği belli olmayan laflara. Siyasi hayatı belirleyici gücü olarak bu dört partinin arasına sonuçları etkileyecek güçte bir beşincinin girme olasılığı çok düşük.

İkincisi bu dört parti ve tabanları arasında bir kutuplaşma süreci yaşanıyor.

Üçüncüsü bu dört siyasi parti birer kimliğin siyasi temsilcisi oldu, kimlik siyasetlerine sıkıştı. Üstelik Türkçülük-Kürtçülük-İslamcılık-Laikçilik olarak tanımlanabilecek bu dört kimliğin toplumsal ve kültürel tabanları ve karşılıkları var. Siz tanımlamaları nasıl ve hangi bakış açısıyla yaparsanız, yapın bu sıkışmayı gözleyeceksiniz. Partilerin bu toplumsal ve kültürel tabanların ihtiyaç ve taleplerinden beslenecekleri yerde giderek o tabanları biçimler, dönüştürür, kutuplaştırır hale geldikleri bir süreç yaşanıyor.

Dördüncüsü siyasi rekabet kimlikler arasında da coğrafi olarak da asimetrik bir karakter gösteriyor. Kabaca söylersek ülkenin üç ayrı bölümünde siyasi rekabet farklı partiler arasında. Yine rekabet farklı büyüklüklerdeki kimlikler arasında. CHP, MHP ve HDP AkParti ile tüm ülkede değil farklı coğrafyalara sıkışmış bir halde farklı yoğunlukta siyasi rekabet yaşanıyor.

Bu dört temel karakteristik nedeniyle 2007-2011 genel, 2014 yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde esas sonuç değişmiyor. Hatırlatmak isterim 2010 referandumunda evet oyu 21 milyon, hayır oyu 15 milyon iken Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan oyu 21 milyon, İhsanoğlu oyu 15 milyon.

Bu dört temel karakteristik nedeniyle baraj yarın sabah kalksa da olası sonuçlara dair iki şey söylenebilir. Birincisi barajsız seçim bile kısa sürede, önümüzdeki genel seçimlerde radikal bir sonuç üretmez.

Bu dört temel karakteristiği olan siyasi tablo değişmelidir. Ama bu değişim altı ayda üretilecek ve yalnızca baraj üzerinden sağlanabilecek bir şey değildir. Daha uzun vadeli ve kapsamı barajdan daha geniş, siyasetin demokratikleşmesi ve normalleşmesi süreci ile sağlanabilir. Ki ülkenin de asıl böyle bir sürece ihtiyacı var. Yine de barajsız veya düşük barajlı 2015 seçimi yalnızca HDP milletvekili sayısını lehine etki üretir.

İkincisi barajsız seçimin olası matematik sonuçlarını kestirmek zordur. Asimetrik siyasi rekabet nedeniyle oy oranı şu olursa, milletvekili bu olur demek hele ortalıktaki spekülatif rakamları ciddiye almak olanaklı değil. Bir partinin oyundaki artışın veya düşüşün bölgesel olma olasılığı güçlü olduğu için sonuçları da farklı olacaktır.

Örneğin yaklaşık 450-500 bin geçerli oy bir parti için yüzde bir artı veya eksi demek.  Bu oy artış veya eksilişi İstanbul’dan İzmir’den gelirse farklı, Nevşehir’den Elazığ’dan gelirse farklı, Siirt’ten, Batman’dan gelirse de ayrı sonuç üretecektir.  Bu farklı sonuç da farklı sayıda milletvekili kazanılması ya da kaybedilmesi demektir. Bu artış-eksiliş İstanbul’dan ise 3-4 milletvekili, Nevşehir-Elazığ gibi yerlerden ise 7-8 milletvekili değişecektir.

Sonuç olarak mesele bu spekülasyonlar ve kısa vadeli sonuç değildir. Ülkenin siyasetin normalleşmesi ve demokratikleşmesi, bu yeni zemin üzerinden yeni toplumsal uzlaşma, yeni toplum-devlet uzlaşması ve devletin-yönetimin demokratikleşmesi meselesidir.

Bunu sağlamanın yolu zorlama ve spekülatif yolar değil, sağlıklı ve demokratik bir siyasi zemindir.

Ne yazık ki başta Ak Parti olmak üzere aktörler, gerilimi Haziran seçimlerinde Ak Parti’nin 330 milletvekilini aşması veya aşamaması noktasına sıkıştırdıkları görülüyor. Ak Parti’nin bu sayıya ulaşabilmek için şoven bir dil ve kontrollü gerilim süreci ve popülist politika ve vaatlere yaslanacağı gözleniyor. Muhalefetin yaslandığının ise yenilenmek yerine zorlama ve kendi dışından gelişecek müdahaleler veya iktidarın hataları olduğu anlaşılıyor. Hayatın nasıl gelişeceğini göreceğiz. 

Yazarın Diğer Yazıları

Hepimizin meselesi: Kürt meselesinde yeni bir aşama mümkün mü?

Kürt meselesi temelde devletin yeniden yapılandırılması, demokratikleşmesi, yargının baştan aşağı yenilenmesi, çok kültürlü ve kimlikli toplumsal yaşamın kuralları ve yapılarının tanımlanması gibi pek çok başlıkla birlikte tartışılmalı. Bu konular Kürtüyle, Türküyle ve her türlü kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel kimlik farklılıklarıyla hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü eski kurallar yalnız Kürtleri değil, çoğunluğa dâhil olmayan her türlü kimliği yok saymaya dayalı

Neden toplumsal çöküntü içindeyiz?

Hukukun ve adalet sisteminin çalışmadığı, suçun önlenmesi ve cezalandırılması mekanizmalarının olmadığı yerde meseleyi yalnızca toplumsal ahlaka ve bireysel psikolojik zaaflara bağlamak doğru değil. Yaşadıklarımıza bakınca, toplumsal bir çöküntü içinde olduğumuz açık

İktidarın yeni açılım süreci algı operasyonu mu? Hangi hedeflerden besleniyor?

İster içeriye dönük ister dışarıya dönük hedefle de olsa yeni bir açılım sürecinin kamuoyunun bir kısmının hayalini kurduğu kapsamda olmasını beklemek gerçekçi değil. Eğer Türkiye bu meseleyi çözmeyi gerçekten istiyorsa önceki iki açılımda nelerin eksik veya yanlış yapıldığını yeniden sakince değerlendirmek durumunda

"
"